100 yıl önce kadınların oy kullanma hakkı bulunmamaktaydı ve kesinlikle VIDA (Edebi Sanatlarda Kadınlar) da yoktu– hiç kimse dönemin büyük kitap eleştirmenlerinin kitapları herhangi bir eşitlik ilkesiyle yorumlayıp yorumlamadığını kontrol etmiyordu. Bu durum, 2009 yılında VIDA kurulana ve üst sınıf edebiyat dergilerindeki kadın ve erkek yazarlar arasındaki eşitsizlikle, ham bir araştırma ve basit hesaplamalarla mücadele etmeye başlayana kadar devam etti.
Bu yüzden New York Times Book Review’un (o zamanki adıyla The Review of Books) 100 sene önce, 1916 yılında erkek ve kadın yazarlara verdiği yere bakmaya karar verdim. Karşılaştığım her sorunda ProQuest ve Times Machine ile mücadele ettim ve her ihtimale karşı Lindsays, Ashleys, Danas ve Bernadottes’ı Google’da araştırarak eleştirilen her yazarın cinsiyetini işaretledim. Sayımımın mümkün olduğunca kapsayıcı olması için istatistiklere illüstratörleri, çevirmenleri ve derlemelerin editörlerini de ekledim. Eleştiriler isimsizdi, bu yüzden o eleştirilerin yazarlarını belirtemedim; sanıyorum ki eleştirileri yazanlar orantısız bir şekilde erkek yazarlardı. Yayıncıları ve her bir kitabın ücretini içeren kapsamlı eleştiriler olmadıkları sürece makalelerin içeriklerine bakmadım. Birkaç sayfa okunaksız olduğu için o kısımlar mevcut değil.
Bulduklarım şunlar:
1916’da yorumlanan 1.392 kitap var
Bu kitapların 1.085 tanesi erkekler tarafından yazılmış.
304 tanesi kadınlar tarafından yazılmış.
Bu yazarlardan üç tanesinin cinsiyeti belirsizdi. İki tanesi anonimdi ve eleştirmen, bu yazarların cinsiyetleri üzerine bir yorum yapmamıştı. İsmi B.Y. Benedall olan yazarın Blind Sight isimli kitabının 9 Ocak’taki övgü dolu bir eleştirisinde eleştirmen, direkt “Bey” kullanmak yerine “Bey ya da Hanım da olabilir,’ yazmış. Fakat sonra Benedall’ı birkaç kez “Bey” olarak hitap etmiş.
Unvanlarla ilgili aşırı bir incelik fark ettiğim bir başka zaman M. Macdermott Crawford’un Peeps Into the Psychic World’ünün eleştirisindeki, çoğunlukla Book Review sayfalarında çıkan kadınlara verilen nispeten alışılmadık unvanlardı ve bütün yıl boyunca gördüğüm başka bir olağanüstü unvan olmamıştı. Eleştiri, onun medeni hali üzerinden spekulasyon yapma yoluna gitti: “Miss mi, Mrs. mi.?” Eminim bu tartışma, kitabın kalitesi için çok önemliydi.
The Invisible Balance Sheet kitabıyla (kulağa iyi bir Tumblr gönderisi gibi geliyor) ön sayfada hoş bir çizimle eleştirilen ama ismen sadece Mrs. Spencer Trask olarak tanımlanan Katrina Trask adına ise biraz gücendim. Öte yandan savaş üzerine bağımsız bir şekilde kitap yayımlayan az sayıdaki kadınlardan biri olan Mrs. Humphrey Ward kesinlikle kocasının ismini kullanmayı tercih ediyor ve bu isimle kadınların oy kullanma hakkına karşı çıkan uzun ve sıkıcı yazılar yazıyordu.
Beyaz olmayan yazarları tespit ve kategorize etmek çok daha zor, çünkü The Review of Books’ta kendilerine utanç verecek kadar az yer verilmiş. Belirleyebildiğim kadarıyla binin üzerinde eleştirinin içinde yalnızca yedi kitap beyaz olmayan yazarlara aitti.
Bu kitapların dört tanesi nispeten göze çarpan türdendi: 23 Temmuz’daki basımda St. Nihal Singh’in The King’s Indian Allies ve Yono Noguchi’nin The Spirit of Japanese Art kitabı için oldukça olumlu eleştiriler vardı. Sir Rabindranath Tagore için kaleme alınmış eleştiriler de vardı (ki bu eleştirilerin arasında, bugün hâlâ geçerliliğini koruduğuna inandığım The Home and the World için yazılmış abuk sabuk bir yazı da bulunuyordu); hatta Book Review’un kapağında iki kez resmedilmişti.
Ama farklı ırklardan yazarlar tarafından yazılmış bu yedi kitap arasında bir siyahi yazara ait olan tek bir eser bile yoktu. Bu yıl da New York Times Book Review’da beyaz olmayan kadın bir yazar tarafından kaleme alınmış hiçbir kitap görünmedi. Yukarıdaki sayımda sözü geçen her kadın yazar, beyazdı.
Hiç şüphesiz bu yazarların dâhil edilmemesinin sebebi, onların edebi açıdan önemli bir eser yayımlamamış olmaları değildi. Carter Woodson Ocak’ta The Journal of African American History’yi, daha sonra The Journal of Negro History’yi yayımlamaya başladı. Sutton Griggs, William Pickens, Fenton Johnson, Arturo Alfonso Schomburg, James Corrother ve John Edward Bruce gibi Harlem Rönesans’ının bir parçası olacak birçok yazar, Book Review tarafından fark edilmeyen onlarca eser yayımladı.
Book Review’a giremeyen kitaplar içinde özellikle ilginç olan bir çalışma da “Blessed Are The Barren” olarak bilinen ve linç etmeyi protesto etmek için yazılmış olan Rachel’dı. Angelina Weld Grimke, Afro-Amerikan lezbiyen öğretmen, şair ve oyun yazarı, Rachel’ı linç etmeye karşı olarak bir önceki yıl gişe rekorları kıran Birth of a Nation’a cevaben NAACP için meydana getirdi (yine de 1920’ye kadar kitap olarak basılmadı, o zaman da The Review onu eleştirmeyi reddetti). Göz ardı edilen beyaz bir kadın tarafından yazılmış bir başka temel dramatik sanat örneği de Susan Glaspell tarafından yazılan Trifles’dır. Trifles, edebiyatta cinsiyet ayrımcılığını tartışan birkaç antolojide yer almıştı; bir üniversitede yazarlık dersi veren bir öğretmen olarak hakkında en az seksen ödev okumuşumdur.
“Latest Works of Fiction”ın haftalık eleştirisi kadınlar tarafından yazılan kitapların orantısız miktarının her hafta düzenli olarak bulunabildiği tek yerdi. Birçok kadın, Rus edebiyatının muhteşem eserlerinin çevirisini yapmıştı ama eleştirinin odak noktası tabii ki onlar değildi. Adı H.G. Wells olmayan yazarların kaleme aldığı bilimkurgu öyküleri de kendilerine yer bulamıyordu. Asıl mesele, kadınların başka konular hakkında yazmaması değil. Mesela buna örnek olarak Annette Austin tarafından düzenlenen “Man: An Adaptive Mechanism” başlıklı biyoloji üzerine bir metin verebiliriz. Bryn Mawrlı Orie Latham da Shakespeare oyunlarının prodüksiyonuyla ilgili oldukça pratik bir rehber yazmıştı. Doğa hakkında olan kitabın birkaç tane kadın çizeri vardı ve ayrıca yerli sanatla ilgili olan kitaplar da mevcuttu: yemek pişirme, dikiş ve bahçe işleri. Seyahat kitaplarının dağılımı kadınlar lehine daha adildi. Ama genel olarak kurgusal olmayan düz yazılar erkek egemenliğindeydi.
1916’da her hafta savaş hakkında birkaç uzun eleştiri yayımlayan The Review’a kadar uzanan Birinci Dünya Savaşı, tüm medyanın temel odağıydı. Kadınlar tamamen dışlanmamıştı: 22 Ekim tarihli baskıda Ellen Key’in War, Peace and the Future’ının uzun bir eleştirisi vardı ve ayrıca hemşirelik üzerine de birkaç sayı mevcuttu. Genel bir kural olarak kadın generaller yoktu. Birçok durumda – ve bu nicel değil, nitel bir gözlemdir – kurgusal olmayan kitapları konu edinen köşe yazılarına ayrılmış sayfalar “nitelikli” erkeklere verildi, konu ister savaş olsun ister başka bir şey.
Nicel değil, nitel bir iddia: birçok farklı konuda erkekler tarafından yazılan çok sayıda kurgu dışı eser gözlemledim: akademi, askeri, dini, tıp ve siyaset. Ve bir de şiir. Kitaplarındaki beş satırlık biyografileri kalın, kabartmalı harflerle yazılan askeri yazarlar gibi uzmanlık gerektiren belli konularda nam salmış yalnızca iki ya da üç kadın not ettim – Orie Latham Hatcher’den zaten bahsetmiştim. George Peabody Öğretmenlik Üniversitesi ve teknik meslek lisesinde eğitmen olan Emma Matteson, besinlerin teknik yönleri hakkında yazmıştı. Decorative Designer’ın sanat yönetmeni E.R. Thayer ise When Mother Lets Us Draw isimli bir kitap yazdı. Eeğr senenin 1916 olduğunu unutursanız Helen Marot da işçi hareketleriyle ilgili bir kitapta “erkeksi biçimde” Local 12.646’nın bir üyesi olarak tanımlandı.
Bir eş yazarla birlikte yayımlanan kadınlar ise genellikle başarıyı yakaladı. Helen Gleason’ın Manly War ile ilgili kitabı Golden Lads’ı yayımlaması ve kitabın, ekin baş sayfasında incelenmesiyle birlikte bir zafer kazandı. Kuşkusuz, kocası Arthur kitabın ciddiye alınmasında etkili oldu ve eleştirmen de Gleason’ın kitapta sadece Red Cross hakkındaki bir yazısının bulunduğuna anında dikkat çekti, ancak o, kesinlikle kocasına yardım etmişti. Başka bir örnek de iki kız kardeş olan Jane ve Mary Findlater’ın İngiltere’de aile yaşamı hakkında yazdığı kitap; Content with Flies. Kitabın 10 Aralık tarihli bir yorumu şu “kullanışlı” yorumları içeriyordu:
İlk olarak, eğer mümkünse her sabah birinin ocağı yakmasını ve temizlemesini sağlayın.
İki, çok erken kalkmayın.
Üç, kahvaltıdan önce ağır bir iş yapmayın.
Beş, Akşam yemeğinden önce uzunca bir dinlenin.
Altı, yemeklerinizi mutfakta yiyin.
The New York Times Review of Books kapaklarında orantısız bir erkek egemenliği mevcuttu; kapaklarda erkek yazarlar tarafından yazılmış 102 çalışma işlenmiş ya da resmedilmişken kadın yazarların sayısı yalnızca 24’tü. Fakat kadınlar bu seviyede bile başarılı oldu. The Review “Life and Gabriella”yı incelerken Ellen Glasgow’un “çağdaş romancılar arasında ön saflardaki yerini hak ettiğini” yazdı. Sonraki ay, kapakta iki kadın yazar vardı; May Sinclair’in The Belfry’ı ve Gertrude Atherton’ın ilk satırı haricinde (“Bayan Balflame suç işlemeyi kafasına koymuştu”) unutulmuş bir roman olan Mrs. Balflame’i. Margaret Deland, iki kez The Review’a kapak olmuştu, üstelik bunlardan biri açıkça feminist olan Rising Tide isimli romanı içindi. Mary Roberts Rinehart kurgusal ve kurgusal olmayan çalışmaları için iki kez kapakta yer aldı; ilk olarak Haziran’da Ulusal Glacier Park hakkındaki kitabı için atın yanında çılgın bakışlarıyla poz vermişti, diğerinde ise sonbaharda, dönemin kitaplarına ayrılan tanıtımın bir parçası olarak kafasında bir şapkayla görünüyordu.
Ancak tüm bu başarılara rağmen kadınlar, en az iç sayfalarda olduğu kadar kapakta da dışarıda bırakıldı. Bu zaman zaman oldukça ironik durumlara da yol açtı; tıpkı “Geleceğin Kadınlar, Mistisizm ve Eğlence” başlığıyla heyecan verici bir içerik vaat eden, ancak bunun yerine bize dört sıkıcı adamın fotoğrafını gösteren bu kapak gibi.
Okuduğum kitapların çoğunu unuttum; benim kitaplarımın The Book Review’dan övgü alması ya da aynı zamanda 100 yıl sonra sınıflarda ders olarak anlatılması hayal gibiydi. Eleştirel tepkiler ve kalıcı bir ilgi, bizim düşündüğümüz gibi her zaman için aynı anda elde edilemiyor. Edebiyat vahşi ve engelli bir yaşam sonrası vaat eder ve hatta büyük ve ciddi bir edebi eser bile bir tweet kadar kısa ömürlü olabilir.
Kısaca, 1916 yılında The New York Times tarafından incelenen her beş kitaptan biri bir kadına aitti. Bu kutsal kitap ekinin her bir sayısında en az iki ve ortalama olarak beşten fazla kadın vardı. Bu açıkçası benim beklediğimden daha da iyi. The Book Review’un VIDA sayımı başladığından beri bu boşluğu her yıl giderek doldurduğunu görmek oldukça sevindirici; 2009-2012’de kadınlar tarafından yazılan kitap incelemeleri %35’ten fazla değilken 2013 ve 2014’te ciddi gelişmeler kat ettiler. Bu sayı sadece son yüz yılda değil, son beş yılda da daha iyiye gitti.
Fakat, birçok edebi organizasyonun yüz yıl önceki The Book Review ile yarışamayacağını bile farketmek üzücü. 2014’te The Nation tarafından incelenen beş kitaptan sadece biri kadın bir yazara ait. Aynısı The London Rewiev of Books için de geçerli. The Times Literary Supplement, The New Republic, and Harper’s biraz daha iyi, fakat onlar da hâlâ 2014’te değerlendirilen her dört kitabın arasında birden fazla kadın yazar dâhil etmeyi başaramadı.
VIDA sayımının gerekliliği, kimin yüksek seviyede eleştirel dikkate değer olduğuna dair beklentilerimizi yükseltiyor. VIDA sayımı 1916 da başlasaydı, belki biz bugün buna ihtiyaç duymayacaktık. Fakat bugün eşitlik amacıyla yayıncılara baskı yapmak için VIDA sayımına ihtiyaç duyuyorsak, önümüzdeki yüz yılda da duyacağımızı düşünüyorum.
Kaynak: Literary Hub