Sayın Tufan, Türkiye’de toplumun yaşlandığını söyleyen ilk bilim insanımız olarak tanınıyorsunuz. Bu nasıl bir tepki yarattı?
Aslında buna ilk defa benim dikkat çekip çekmediğini bilmiyorum. Belki benden önce bu soruna dikkat çeken bilim insanları olmuştur. Benim bu noktadaki farkım, bunu doğrudan yaşlanan insanlarla bağdaştırıyor olmamdan ileri geliyor. Sadece toplumun yaşlanmasını değil, insan açısından yaratacağı problemleri dile getirdim. Sanırım bu açıdan benden önce toplumsal yaşlanmayı ifade eden bilim insanlarımızdan bir parça ayrılmaktayım.
Hangi faktörlerden hareket ederek toplumumuzun yaşlanacağına inanıyorsunuz?
Dünyada yaşlanan ilk toplum olmadığımız için toplumsal yaşlanma sürecinin nasıl geliştiği zaten bilinmektedir. Bunun üzerine çok sayıda araştırma yapılmıştır. Detaylı gözlemler ve analizler vardır. Prensipte hep aynı şekilde ilerleyen bir süreçtir. Ülkemizin genç nüfusa sahip olması uzun vadede önemli değildir. Sadece toplumsal yaşlanma sürecine diğer toplumlardan daha geç girdik o kadar; ama sonuç değişmeyecektir. Toplumumuz bu yüzyılda yaşlanacaktır. Bunun sebepleri yaşam süresinin uzaması ve doğumların azalmasıdır. Ancak bunların arka tarafına bakmak gerekiyor. Yaşam süresinin neden uzadığı ve doğumların neden azaldığını sormalıyız.
Bütün şikâyetlere rağmen genel olarak bakıldığında yaşam koşullarımızın sürekli iyileştiği görülüyor. İyi koşullarda yaşayan insanların sağlığını koruma olanakları da artıyor. Yaşam koşullarındaki bu iyileşme pek çok faktörün bir araya gelmesiyle oluşuyor. Tıbbi imkânlar, daha iyi ikamet koşulları, çalışma hayatının getirdiği risklere karşı alınan önlemler, ulaşım koşullarının iyileşmesi ve daha pek çok sebep, erken ölümlerin azalmasına yol açarak, yaşam süremizin uzamasını sağlamaktadırlar. Yaşam süresinin uzamasından, yaşlıların çoğalmasından bahsettim. Fakat toplumsal yaşlanmanın tek sebebi nüfusta yaşlıların çoğalması değildir. Yaşlılar çoğalabilir, ama doğurganlık yüksek düzeyini korursa, o zaman toplum yaşlanmaz. Toplumsal yaşlanmanın ikinci önemli sebebi azalan doğurganlıktır.
Kadınlar daha fazla doğursa, toplumun yaşlanmasını önlemek mümkün mü yani?
Elbette mümkün. Hatta gençleşebilir de! Fakat bugüne kadar buna rastlamadık. Doğal afetler, açlık veya savaş gibi kitlesel ölümler olmadığı takdirde, doğumlar azalmaya başlayınca gerisi hep geliyor ve devamlı azalıyor.
Kadınları daha fazla çocuk yapmaya yönlendiren önlemlerle bunun önü kesilebilir mi?
Bunu deneyen ülkeler oldu ve hâlâ var. Örneğin Almanya bu konuda dünyanın önde gelen ülkelerinden biri. Alman toplumu 1920’li yıllardan itibaren yaşlanmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha da artmıştır. Bu yüzden Almanya uzun süreden beri doğurganlığı artırmak için çeşitli önlemlere başvurmuştur. Ancak sadece kısa süreli başarı elde edilebilmiştir.
Bunun sebebi davranış değişimi olarak adlandırılabilir. İnsanların davranış biçimlerinde meydana gelen değişimler, toplumun yaşlanması ile ilişki içerisindedir. Davranış değişimlerini önleyemediğimiz veya tersine çeviremediğimiz için toplumsal yaşlanmanın da önlenmesi mümkün görünmüyor. Davranış değişimlerine sadece bir tek sebep yol açsa, o zaman problem olmazdı. Fakat toplumsal yaşlanmanın ardında birbirine bağlı pek çok faktör yer alıyor. Toplumsal yaşlanmayı önleme girişimleri de sonuçsuz kalıyor. Dolayısıyla boşuna kürek sallamak yerine yaşlı topluma hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Toplumun yaşlanmasına yol açan faktörlerden biri sosyal devletin bireysel yaşam krizlerine getirebildiği çözümlerdir. Eskiden bu olanaklardan mahrumduk. Devletten yardım beklemek mümkün değildi. Ebeveynler çocuklarını, kendi geleceklerini güvence altına alan faktör olarak görüyorlardı. Yaşlandıklarında kendilerine yardım edecek, bakıma muhtaç olurlarsa bakacak, hastalandıklarında başucunda nöbet tutacak bireyler olarak algıladıkları çocuklar yetiştirmek istiyorlardı. Fakat günümüzde sosyal devlet bu yaşam krizlerinde imkânları dâhilinde vatandaşa kol kanat geriyor. Hastanelerimiz, hekimlerimiz, hemşirelerimiz, bakıcılarımız, huzurevlerimiz var. Böylece çocuk, yaşam krizlerinin çözücüsü özelliğini yitiriyor. Emeklilik sigortamız var, kaza sigortamız, iş sigortamız var; ama bakım sigortamız yok. Bu da olacak elbette. Fakat bir an önce olursa daha iyi. Yaşlılıkta en önemli yaşam krizi olan bakıma muhtaçlığa sosyal politikalar dâhilinde çözüm bulmak zorundayız. Ben, sosyal bakım sigortasını 2006 yılında önerdim. Şimdiye kadar tartışması bile yapılması. Hâlbuki bakıma muhtaç yaşlı sayısı hızla artıyor. Özellikle Alzheimer demansı aileler açısından çok büyük bir sorun!
Yaşam krizlerine karşı güvence altına alınan insanın daha az çocuk dünyaya getirmesi anlaşılır bir sebep ama başka sebepler de var mı?
Modernleşen bir toplum olduğumuz söylenir. Bu doğru bir tespittir. Modern toplumun bazı özellikleri vardır. Bunlar davranış değişimlerine neden olmaktadır. Biraz evvel sosyal bakım sigortasından söz ettim. Bu, yeni bir davranış değişimine yol açacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olamamalıdır. Sosyal bakım sigortası, modern toplumun bir gereksinimi olduğundan bir gün devreye girecektir. Daha önce sadece ailenin üstlendiği bakımlara devlet ortak olacaktır. Yani bakıma muhtaçlık sorununun çözümüne doğrudan katılacaktır. Bu ise ailenin işlevlerine ortak olan aktörlerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Hem sigortalılığı hem de istihdamı teşvik edecektir. Böylece davranış biçimleri de belirgin şekilde değişime uğrayacaktır. Daha pek çok böyle örnekler vererek, modernleşme süreci, bireylerin davranış değişimi ve toplumun yaşlanması arasındaki bağlantılar ortaya konulabilir.
Modernleşme başlayınca geleneksel değerler ve normlar göreli hale geliyor. Bazı kimseler bundan kaygı duyuyor. Kaygılarını anlamakla birlikte yersiz oldukları söylenebilir. Modernleşme bizi değerlerimizden vazgeçmeye zorlamıyor. Ama değişik algılanıyor, yorumlanıyor ve uygulanıyorlar. Modernleşme, toplumun çöküşü değildir, ama geleneksel toplumdan modern topluma geçiş hep sancılı bir süreç olmuştur. Bu açıdan baktığımızda, doğurganlık azalacak ve toplumumuzdan yeni bir toplum doğacaktır. Bir nevi hamile kadını anımsatıyor. Ama doğacak olan “yaşlı bir bebek” olacaktır.
Eğitim ve çalışma biyografileri de değişiyor. Genç ebeveynler çocuğuna iyi bir gelecek sunmak istiyor. Ben buna “bol çocuk yerine, ol çocuk fenomeni” diyorum. Anne ve babanın nazarında çocuğun “olması” demek, kendisine ve topluma faydalı, bağımsız bir birey olması anlamına geliyor.