Müze Dersleri: Yorum ve Deneyim, adından da anlaşılabileceği üzere müzelerdeki sanat eserlerini anlamak ve öğretmek üzerine bir kitap. Fakat işin yorum ve deneyim kısmıyla bağlantılı olarak kitap, aynı zamanda müze eğitimlerinin belli bir felsefeye dayanması gerektiğini savunuyor. Gadamer’den Dewey’e çeşitli felsefecilerin estetik ve eğitim teorisyenlerinden alıntılarla Burnham ve Kai-Kee, deneyimi ve yorumu birleştirmeye dayalı bir müzecilik eğitimi modeli ortaya koyuyor.  Burnham ve Kai-Kee, “iyi galeri öğretmenliğinin sanat eserlerine anlam yükleme değil, anlam keşfetme yönünde çalıştığını ve ziyaretçilerin kendi anlamlarını inşa etmesine izin vermek için eğitmenlerin otoriter bir ses edinmekten kaçınmaları gerektiğini” söylüyor (s. 109). Vurguladıkları nokta da sanat eserinin yorumlanmasının, öğretmen tarafından dayatılan bir şey değil, öğrenim sürecine katılan öğrencilerin gerçekleştirdiği bir faaliyet olması. Burnham ve Kai-Kee’nin amacı, müzecilik öğretiminin, ziyaretçiler ve öğrenciler için John Dewey’nin önerdiği tarzda bir tecrübe haline gelmesi, “bir bütünlük ve birlik hissi” ile “sıradan deneyimlerden ayrılarak bitiminde keyif ve doyum hissi vermesi” (s. 38).

Müze Dersleri, müzecilik eğitimi veren eğitimcilerle ve sanat eserleri öğretimiyle uğraşan herkese doğrudan hitap ediyor, fakat aynı zamanda daha geniş bir kitle için de oldukça büyük bir değer taşıyor. Burnham ve Kai-Kee, kitapta “Galeri dersini yeni bir çerçeve içine oturtup bir yorumlama işi olarak ele almak, çalışmalarımızı, pek çok disiplini birleştiren, kendi kapsamlı literatürü ve tarihi olan daha geniş bir yorumlama pratiğinin parçası olarak görmemizi sağlıyor,” diyor (s. 110). Aynı şekilde ben de onların perspektifiyle, galeri eğitiminde kullanılacak etkili bir pedagojik formasyonun, benim de eğitimci olarak bulunduğum diğer alanlara da aynı şekilde uygulanabileceğini fark ettim. En önemlisi, Burnham ve Kai-Kee’nin, sanat eserlerini John Dewey’nin prensiplerinden yola çıkarak yorumlama modeli, edebi metinlerin yorumlanmasının öğretiminde de kullanılabilir. Bunun da ötesinde, önerdikleri yöntemin felsefi temellerini oluşturdukları bölüm, öğretim tarzını geliştirmeye ve soru-tartışma-diyalog çerçevesinde tartışma temelli bir eğitim sistemi benimseyen her eğitimci için oldukça faydalı kaynaklar sunuyor. (Örneğin galeri öğretiminin felsefesi için birinci bölüme, eğitim yorumlamaları için üçüncü bölüme, tartışma ve diyalog için beşinci bölüme, sorgulama için altıncı bölüme, bilginin kullanımı için de yedinci bölüme bakabilirsiniz.)

Aslında kitabın en büyük avantajlarından biri, uğraştığı alandan geliyor. Burnham ve Kai-Kee, müzecilik eğitiminin yüzyıllık geçmişine rağmen kayıtlı bir tarihinin olmadığına dikkat çekiyor (hatta kitabın ikinci bölümü de onların, bu tarz bir kayıt oluşturma çabasını temsil ediyor). Konuyu en başından itibaren ele almaları, sanat eğitimine daha özgün bir bakış açısıyla yaklaşmalarını sağlıyor. Özellikle de deneyimi öğrenmenin (ve öğretmenin) üniversitede değil, sanat müzelerinde gerçekleşebileceği üzerine düşünceleri, bu iki farklı kanaldaki eğitimcilerin de kafalarındaki sorulara farklı yaklaşımlar getirecek ve belki de bu alandaki eğitime özgün bir değişiklik getirecek nitelikte. Örneğin Burnham ve Kai-Kee’nin “sohbet, tartışma ve diyalog” için yaptığı ve onları üç farklı sonuca götüren üç farklı eğitim metodu olarak gören tanımlama, sınıfta çeşitlilik yaratmak için tartışmaları kullanan eğitimcilere oldukça yardımcı olabilir. Buna ek olarak “Soru Kullanımının Sorgulanması” bölümünde yazarlar, çeşitli pedagojik trendler tarafından önerilen farklı sorgulama tekniklerinin amaçlarını ve faydalarını tartışıyor ve bu aşamada, öğrencilerin ve müze ziyaretçilerinin Dewey tarzı bir “deneyim” yaşamasına olanak tanımayı amaçlayan kendi eğitim yöntemlerine de atıfta bulunuyor. Belirli sorgulama tekniklerinin eksikliklerini örnekleriyle birlikte ortaya koyuyor ve öğretmenlerin soru sormadan diyalog başlattığı, soruların öğrencilerden ve bizzat onların zevk ve meraklarından geldiği bir eğitim yaklaşımı öne sürüyor. Böylece diyalog, öğrencilerin soruları ve gözlemleriyle ilerliyor. Sözgelimi, son dönem eserlerinde alışılmışın dışında bir renk paleti kullanan bir sanatçı ele alınırken, bu eserlerin sanatçının diğer çalışmalarından ne şekilde ayrıldığı, bunun deneysel bir çalışma mı olduğu ya da sanatçının ne gibi modeller kullandığı gibi sorular beliriyor. Öğretmen, öğrencilerin, bu sanat eserini “çözebilecek” sorularını dinliyor; öğrenciler, öğretmen ve sanat eseri arasındaki tartışmanın yönünü de bu sorular belirliyor. Bu tarz bir pedagojik yöntemi denemeye çok hevesliyim. Bu, bana girdiğim lisans mülakatlarını anımsatıyor; onlarda da öğretmen karşıma oturur, hiçbir şey sormadan beni konuşturmaya çalışırdı – bugün hâlâ, üzerinden on yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen hatırladığım bir tecrübe bu. Eğer böyle bir yöntem, gerçekten unutulmaz bir eğitim ve öğrenim yaratıyorsa bu, Burnham ve Kai-Kee’nin sanat müzelerinin dışındaki alanlara da uygulanabilecek bir pedagojik metot geliştirdiği anlamına gelir.

Galeri eğitiminde bilginin kullanımıyla ilgili bölümde Burnham da biz öğretmenlerin kariyerlerimizin bir döneminde öyle ya da böyle mutlaka karşılaştığımız bir soruya değiniyor: öğrencilere materyalle ilgili ne kadar bilgi vermeli ve ne kadarını kendilerinin çıkarım yaparak yorumlamasına izin vermeliyiz? Burnham’ın odaklandığı temel nokta, geliştirdiği eğitim metodunda bilgiyi konumlandırışıyla doğrudan ilgili; sanat eseri önünde diyalog kurma, öğrencilerin eseri yorumlamalarına izin verirken bir yandan da yine öğrencilerin yönelttiği sorular eşliğinde, eserle ilgili yorumları destekleyecek bilgiler verme. Yine de Burnham’ın yöntemi, ziyaretçilere verilen ve sanat tarihi ve akademik bilgilerle dolu ders niteliğindeki müze konuşmalarıyla bir tezatlık oluşturuyor. Bu durum da bizi, bilginin farklı eğitim ortamlarında ve bu ortamların hedefleri, amaçları ve etkenlikleri konusunda düşünmeye itiyor.

Kısaca Müze Dersleri, Burnham ve Kai-Kee’nin kapsamlı eğitim felsefesiyle bir araya getirilmiş bağımsız makalelerden oluşuyor. Müze eğitiminin tarihine eğilen ikinci bölüm dışında her bölüm yorum, diyalog, sorgulama, bilginin kullanımı ve eğitimcilerin araştırma ve hazırlık süreci gibi müze eğitimiyle bağlantılı farklı konulara eğiliyor. Kitap, sanat müzesi eğitiminin felsefesinin iyi detaylandırılmış bir örneğini sunmak için amaçlar ve yöntemlere dair soyut tartışmaları, galeri öğretiminin anlatısal örnekleri ve galeri konuşmalarının transkripsiyonlarıyla dengeliyor. Bölümlerin, en meşgul eğitimcilerin ve akademisyenlerin bile programına sıkıştırabileceği şekilde ayrılması bir yana Müze Dersleri, eğitimle ilgili derin düşüncelerle birlikte sanat eserlerinin estetik zevkini de okuyuculara sunuyor.

 

July 31, 2012

Anita Nikkanen, Klasik ve Çağdaş Edebiyat Öğretim Üyesi

Derek Bok Center for Teaching and Learning, Harvard University

Kaynak: http://bokcenter.harvard.edu/blog/book-review-teaching-art-museum

SEPET
0